Cemre Ergüven- 11\D 2242
FELSEFENİN ASIL AMACI---- Felsefe günümüzde kullanılan amacının dışında,yani
birtakım şeyleri sınırlama,belirginleştirme,yasallaştırma vb.özellikler dışında,şüpheci
bir niteliğe sahiptir. Felsefeyi katı kurallarla donatmayı,felsefeyi somutlaştırmayı düşünenler,yani
felsefeyi subjektif yönden saptırıp,nesnel bir çerçeveye almak isteyenler,felsefenin kişiden kişiye değişen,döneme
göre değil,düşünceye göre şekil alan,öznel bir disiplin olduğunu unutmamalıdırlar. Orta Çağ
Avrupası'nın din adamları felsefenin gelişmesini hiçbir zaman istememişlerdir.Çünkü skolastik dönemin
dogmatik ve değişmeyen düşüncelerini felsefe değiştirebilirdi.Bu yüzden o dönemde felsefe yapmak,
dogmatik düşünceleri eleştiri süzgecinden geçirmek veya bir olguyu sorgulamak kilisenin hiç istemediği bir
durumdu. Teolojiler,dinler ve ideolojiler felsefenin şüpheci yanını sevmedikleri gibi,tam tersine de felsefenin
içinde bulunan,kendi çıkarlarına hizmet eden bazı kavramları,lehlerine kullanmaktan da geri kalmamışlardır.
Filozof,herşeyden şüphe duymayı kendine bir yol olarak seçer ve kesin bir doğrunun olmayacağını,doğruların
söylenemeyeceğini,sadece gerçekler hakkında yorum yapılabileceğini savunur. Genel olarak felsefe şüphe
ederek hayatımıza anlam katmakta ve toplumu bilinçli bireylerden oluşan bir güç haline getirmektedir.Bu yolla
gelişebilir ve kontrol edilen değilde,hayatını kontrol eden bireyler olabiliriz.
Merve Pınar 11\D 2298
Felsefeden bir meşrulaştırma aracı olarak yararlanmak isteyenler, felsefenin esas yurdunun kavramlaştırma,
temellendirme ve sistemleştirmeden daha çok ‘şüphe’ olduğunu unutmamalıdırlar. Bu felsefeyi
teolojilerin, dinlerin, ideolojilerin gözünde hep sevimsiz kılan yön olmuş, fakat paradoksal olarak, aynı teolojiler,
dinler, ideolojiler, aynı felsefenin kavramlaştırıcı, temellendirici ve sistemleştirici tavrından
yararlanma isteğinden de vazgeçmemişlerdir. DOĞAN ÖZLEM
KUŞKU
Felsefe nedir? Felsefe, dünyamızı aydınlatan, düşünce özgürlüğünü ve düşünmenin gerekliliğini
bilginin önünde tutan ancak hiçbir zaman bilimden ve bilgiden kopmayan, sanattan, edebiyattan en önemlisi ‘hayattan’
ayrı tutamayacağımız bir olgudur. Ünlü düşünür Sydney Smith diyor ki; ‘Akıllı insan
aklını kullanabilen insandır, ondan daha akıllısı ise başkalarının aklını
da kullanabilendir.’ Burada da belirtildiği gibi felsefe yalnız bireysel aklı değil, toplumsal akıl
mekanizmasını da geliştirmeye yönelik bir düşünme eylemidir. Bu görüşü benimseyip, uyguladığımız
sürece felsefeye bir adım daha yaklaşmış oluruz. Mesela bilim nasıl varlığı duyularla
kavranabilen nesneler olarak gösteriyorsa, felsefe de bilimin kesin olarak varlığını kabul ettiği
olguların bile, varlığından şüphe edilebileceğini yani hiçbir şeyin kesin olarak kanıtlanamayacağını
gösterirken bizleri de aynı zamanda düşünmeye sevk ediyor. Böylece felsefeyi bir şeyleri ispatlamak ve somutlaştırmak
için kullanılmaktan uzaklaştırıyor. Felsefenin olaylara, olaylardan daha çok insanlarca var olduğu
benimsenen, ancak filozoflarca daima kuşkuyla yaklaşılan nesnelere bakış açısı oldukça
farklıdır. Septisizm olarak bilinen bu akım, yıllar yılı bir zıtlık oluşturmakla
beraber teolojilerin, dinlerin benimsediği anlayışa ‘neden, niçin’ sorularını sormaktadır
ve sormaya devam etmektedir. Aynı zamanda bu akım ‘neden, niçin’ gibi soruların beraberinde, farklı
düşüncelere hitap eden başka soruları da getirmiştir. Bu soruların bazıları cevap bulma
çabası içindeyken, bazıları ise sadece soru olarak kalma hedeflidir. Felsefede de zaten önemli olan cevap alma
çabası içine girmeden soru sorabilmektir. Öyle ki, aslında birçok soru cevabını kendi içinde barındırmaktadır.
‘İnsan eylemde bulunurken özgür müdür?’Bu soruya önce determinizm (belirlenimcilik) açısından bakılması
gerekir. Bu ilkeye göre insanın istem ve eylemleri gerek doğal etkenler, gerek toplumsal etkenler tarafından
belirlenir. Buna göre insan özgürlüğü diye bir şey yoktur. Özgürlük diye düşündüğümüz ve özgür davrandığımız
anlarda bile gelenek göreneklerin bağnazlığından, siyasal ideolojilerin ve dinsel inançların dogmatikliğinin
etkisinden kurtulamamaktayız. İndeterminist görüşe göre ise insan özgürlüğü sınır tanımaz.
İnsan eylemlerinde onu kısıtlayan, davranışlarını sınırlayan hiçbir engel yoktur.
Anlaşılacağı gibi ne determinizm ne de indeterminizm gerçeklere uymaktadır. Çünkü biz istencimizi
kullandığımız gibi bazen de içinde bulunduğumuz toplumsal ve kültürel değerlerin etkisinde kalırız.
Bu çıkmaz, otodeteminizm denen üçüncü bir görüşü doğurmuştur. Otodeterminizm de eylemlerimizin önceden
belirlenmiş olduğunu kabul eder ancak, bu dış bir belirlenim değil, iç belirlenimdir, kendiliğinden
belirlenimdir. Ahlak felsefesindeki görüşlerden de anlaşılacağı gibi, felsefe kesin olan değil,
şüphe getiren konular üzerinde durur. Daima fikir ayrılıklarına yol açar, kuralcı değildir.
Bu da beraberinde öznelliği getirir. Zaten felsefenin amacı da öznel olana ulaşma yolunda olmaktır.
Ziya Çınar 11\D 22103
SORGULAMA
Felsefe
çoğu insanlara saçma gelen bir daldır.Felsefeyle uğraşanlara boş işlerle uğraşıyormuş
gibi bakılmaktadır.Oysa felsefe bizim yaşamımızı, bu dünyaya neden geldiğimizi, nereye
gideceğimizi sorgulayan bir daldır.Bizler yaşamımızı ve dünyayı sorgulamazsak hayattan
bir beklentimiz ve ümidimiz olmaz.Sokrates’in bu konu hakkında gözden uzak tutulmayan bir sözü vardır:’Araştırılmayan,
üzerinde durulmayan hayat, yaşanmaya değmez.’Bu durumda felsefe, insanın kendi hayatını araştırma
kabiliyetidir.Felsefe insanın içinde bulunduğu evreni oluşturur.
Felsefe
halka yönelik bir zanaat değildir.Gösteri için hazırlanmamıştır.Sözlere değil eyleme önem verir
felsefe.Felsefe ruhu bir kalıba döker, biçimler ve yaşamımızı düzenler.Felsefede şüpheci de
olmak gerekir.Aslında her bilim dalında şüpheci olmak önemlidir.Şüphe insanı doğruya, gerçeğe
yönlendirir.Her şeyi duyduğumuz gibi kabul edersek yaşama amacımızı bilemeyiz, fakat şüpheyle
yaklaşıp, araştırıp, öğrenirsek hem o konu hakkında hem de yaşamımızda bilgili
oluruz ve mutlu bir yaşam izleriz.Felsefede herkes aynı şeyi kabul etmeyebilir, farklı düşünceler
de bulunmaktadır.Felsefeyi savunan insanlar sadece sözleriyle, konuşmalarıyla bunu savunmamalıdır,
aynı zamanda davranışlarıyla da bunu savunduğunu belli ederek davranmalıdır.Bunu aynı
zamanda Sokrates de savunmaktadır ve gençlere bunun hakkında yazılar yazıp sunmuştur.
Felsefe
her bilim dalında ve her insanın yaşamında vardır.Felsefeye karşı olanlar bile ister istemez
felsefe yaparlar.
Yağmur Nüzket 11\D 2278
GERÇEĞİ
YOK SAYMAK
Felsefeyi kaosların, karmaşaların,
insanı zor durumlara sokan çıkmazların çözümü olarak görür bazıları.Felsefenin kuralları olduğunu,
birtakım kalıplar içinde büyüyüp, sınırlar dışına çıkamadığını
ve bu kalıplar neticesinde felsefenin kendine özgü bir mantığa sahip olduğunu savunurlar.
Bu düşüncelere sahip oldukları için
de, felsefenin kurallarından yararlanmak isterler.Olayları, bu kurallarla değerlendirip biçimlendirmek isterler.Bu
kurallar bütününden yardım alarak, her çeşit olayın adını koymaya çalışırlar.
Ama felsefeden bu şekilde yararlanmaya çalışırlarken,
felsefenin aslını, temelini, üzerinde şekillendiği asıl kavramı unuturlar.Unuttukları bu
kavram şüphedir.Felsefenin beslendiği bir kavramdır şüphe.Felsefe sorgular, düşünür,sürekli cevapların
peşinde koşar ve kesin cevabı hiçbir zaman vermez, hep yeni ve farklı cevaplar bulur, sorulara yenilerini
ekler, soruşturmaktan hiç vazgeçmez.
Bu nedenle felsefenin bu yönünü sevmez bu kimseler,
çünkü bu durum onların, olayları, felsefeden yardım alarak, bir sistem içine yerleştirmelerini zorlaştırır.Onlar
da felsefedeki şüphe gerçeğini yok sayarak, felsefenin sadece olayların adını koymamıza, bir
düzen bulmamıza, bir sistem içinde yaşamamıza yardımcı bir alan olarak kabul ederler.
Görkem Tokul 11\D 2225
İLERLEME
İÇİN ŞÜPHE
Dünya’nın
gelişmesini, yeni teknolojilerin bulunmasını, düşünce ve bilgi olarak insanın ilerlemesini sağlayan
yegane kavram olan şüphe sayesinde insan bugünlere gelebilmiş, bilimlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
İlk insanlar
ateşi bulurken onların ateşi bulmasını sağlayan, “iki odun parçasını birbirine
sürttüğümde ne olur acaba?” diye duyulan şüphedir. Örneğin Newton’un çekim kanununu bulma nedeni
de kafasına düşen elmanın “ Nasıl oluyor da yere doğru hareket ediyor, başka yöne hareket
etmiyor?” ya da “Bu elmanın kafama düşebilmesi için bir kuvvet gerekir, o zaman bu kuvvetin kaynağı
nedir?” gibi şüphe içeren sorular olmuştur.
Giderek dünya insanların
duyduğu bu şüphe ve merak sayesinde gelişmiş ve değişmiş, bilim dalları ortaya çıkmıştır.
Bilimlerin ortaya çıkması şüphelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını
kanıtlamak amacıyla oldu. İşte felsefe de tam bu anda ortaya çıktı. Çünkü insanlar artan şüpheleriyle
doğayı, varlıkları, aklı ve bilgiyi yorumlama ihtiyacı duydu.
Felsefe ilk ortaya
çıktığında “bilginin konusu olan nesne” üzerine yoğunlaşmıştır. Bunun
için ilk yunan filozofları Thales, Anaksimenes ve Anaksimendros doğanın yapısını anlamaya çalışmışlar,
bundan dolayı “doğa filozofları” adını almışlardır. Fakat bu arada insanın
ne olduğunu, hangi bilgilere sahip olduğunu araştırmamışlardır.Heraklitos ve Demokritos
gibi filozofların ortaya çıkmasıyla bilginin imkanına, sınırlarına dair ilk sorular soruldu
ve şüpheciler olarak da bilinen Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi Sofistler tarafından geliştirildi. Bu
da gösteriyor ki felsefe biliminin temelini şüphe oluşturur.
Felsefede filozof
her türlü varlıktan ve kavramdan şüphe eder. Örneğin; doğru bildiklerimizden, duyularımızdan,
akıl varlığımızdan, her şeyi bilip bilemeyeceğimizden ve özgür irademizden… Bunu
da Sokrates’in “Eğer ben tek bir şey biliyorsam, o da hiçbir şey bilmediğimdir” demesi,
Karneades’in ilerleterek “ Hiçbir şey bilmediğimi de kesin olarak bilemem” demesi şüpheciliğin
boyutları konusunda bize bilgi verir.
Felsefenin her
şeyden şüphe edebilmesi ise günlük hayatımızda tartışmalara yol açmıştır. Sokrates
iyinin “Bilgiye dayanan erdem” olduğunu savunur yani kimse bilerek kötülük yapmaz. Epirukus’a göre
iyi olan şey, bize haz verendir. Hume, Bentham,Mill gibi filozoflar ise iyi olan şeyin bize fayda sağlayan
şey olduğunu savunurken, Kant’a göre iyi ödevini yerine getirmektir. Yani görüldüğü gibi felsefede de
tüm kavramlar algılanırken insandan insana farklılık gösterir. Bu yüzden doğru yaptığımıza
inandığımız bir şeyin doğruluğu insanlara göre değişirken, yaşamlarımızı
devletin koymuş olduğu yasalara göre yaşamak ya da dinlerin koyduğu dogmatik kurallara uymak karmaşalara
yol açmaktadır. Bu da akla “ İnsan eğer eylemlerini belli kurallara bağlı olarak gerçekleştiriyorsa,
eylemlerinden sorumlu tutulabilir mi?” ya da “İnsandan insana ahlak anlayışı farklıysa
bir insan nasıl cezalandırılabilir?” gibi soruları getirse de bu her toplumda sorumluluktan kaçmak
olarak nitelendirilmektedir.
Bir dine, bir ideolojiye
bile inanırken “ Ben ailemden böyle gördüm” ya da hiç sorgulamadan “Herkes kabul ediyordu, ben de kabul
ettim” gibi düşünceler ancak felsefenin dayandığı şüphe kavramı sayesinde aşılabilir.
Çağlardan
beri süregelen felsefe bilimini kendimizi geliştirmek için bir araç olarak kullanarak ve yaşamımıza koyduğumuz
kurallardan ya da yaşamdan elde ettiğimiz bilgiden şüphe ederek ufkumuzu genişletmeliyiz.
Sümeyra Ay 11\B 2258
KONU: Felsefeden bir meşrulaştırma amacı olarak yararlanmak isteyenler, felsefenin esas yurdunun
kavramlaştırma, temellendirme, sistemleştirmeden çok ‘ şüphe’ olduğunu unutmamalıdırlar.
Bu felsefeyi teolojilerin, dinlerin, ideolojilerin gözünde sevimsiz kılan yön olmuş; fakat paradoksal olarak aynı
teolojiler, dinler, ideolojiler aynı felsefenin kavramlaştırıcı, temellendirici, sistemleştirici
tavrından yararlanma isteğinden de vazgeçmemişlerdir.
FELSEFE VE HAYAT
Felsefe ister sevimsiz bulunsun, ister eleştirilsin birçok yönüyle teolojilere, dinlere ve ideolojilere kaynaklık
eder. Çünkü her görüş temellendirilmeye, sistemleştirilmeye ve kavramlaştırılmaya ihtiyaç duyar.
İşte bu sebeptendir ki; felsefeden yararlanırlar.
Ancak unuttukları bir nokta vardır ki; o da felsefenin temellendirme, sistemleştirme ve kavramlaştırmadan
çok şüphe üzerine kurulduğudur.
Felsefede, septisizm yani şüphecilik önemli bir yer tutar. Felsefe bağnazlığa, dogmatik fikirlere
ve körü körüne inanılan düşüncelere karşı çıkmaktadır. Doğruya, şüpheyle başlayan
bir yolu takip ederek ulaşırlar. Yani herhangi bir şeyin doğruluğunu kendilerine kanıtlamadan
o düşünceyi sahiplenmezler.
Felsefenin bu yönü bilimdeki deneyciliğe benzer. Yani aynı şey bilim içinde geçerlidir. Doğruluğu
deneylerle kanıtlanamamış hiçbir görüş kendine bilim çerçevesinde yer bulamaz.
Felsefedeki,’ neden?’ sorusuna yanıt veremeyen bazı teoloji ve ideolojiler felsefenin bu sorusunu
görmezden gelirler. Çünkü; teolojiler, dinler ve ideolojiler dogmatik düşünceyle
gelişim süreci gösterirler. Şüpheye yer vermezler. Benimsedikleri düşünceleri deneylerle kanıtlayamazlar.
Bu hususta kendilerine ters düşen felsefenin bu yönünü sevimsiz bulurlar. Ancak felsefeyi düşüncelerini sistemleştirmek,
kavramlaştırmak ve temellendirmek için kullanırlar.
Yaptıkları bu davranış nedeniyle bir paradoksun içine düştüklerini fark etmezler. Fark etseler
bile hoşlarına gitmediği için göz ardı ederler.
Tarihte bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Örneğin; İmam Gazali, Farabi’nin bu konudaki düşüncelerine
karşı çıkmış ancak yazdığı kitabında felsefenin bu yönlerinden yararlandığı
için kendisiyle çelişmiştir.
Bu verilerden yola çıkarak şu kanıya varabiliriz ki; felsefe ister sevimsiz bulunsun, ister sevimli;
ister desteklensin, ister eleştirilsin her düşüncenin kaçınılmaz yararlanacağı bir kaynaktır.
Gözde German 11\D
Felsefeden bir meşrulaştırma aracı olarak yararlanmak isteyenler,felsefenin
esas yurdunun kavramlaştırma,temellendirme ve sistemleştirmeden çok "şüphe" olduğunu unutmamalıdırlar.Bu,felsefeyi
teolojilerin,dinlerin,ideolojilerin gözünde hep sevimsiz kılan yön olmuş fakat paradolsal olarak,aynı teolojiler,dinler,ideolojiler,aynı
felsefenin kavramlaştırıcı, temellendirici ve sistemleştirici tavrından yararlanma isteğinden
de vazgeçmemişlerdir.
Doğan ÖZLEM
FELSEFE BİR ÇEMBERSE HER ŞEYE NE AD VERİLİR?
Tam manasıyla, hiç söz esirgemeden, felsefeden bahsedilirse; felsefe içinde herşey olan bir kutu gibidir.Böyle
bir kutu yoktur belki ama felsefede de bazen varlığı olmayan şeyleri tartışmıyor muyuz?
Tüm filozofların yaklaşımlarından da anlaşıldığı gibi "şüphe" felsefenin
hayat damarıdır.Böyle olmasına karşılık dinlerde felsefeden faydalanır.Evrensel dinlerin
tümü ahlak felsefesini temel alır.Mantıklı bir bağlantı kurulmaya çalışıldığında
bir tezatlık göze çarpar.Nasıl olurda temeli şüphe olan felsefeden din gibi dogmatik bir kavram faydalanabilir?
Bence bu felsefenin esnekliğinden kaynaklanmaktadır.Felsefe her konuya kendi bünyesinde mantıklı açıklamalar
getirebilmektedir.
Felsefe geçmişten günümüze kadar din konusunda insanlığa faydalı olmuştur.Birçok filozof din,
tanrı ve farklı inançlar üzerine mantıklı yorumlar getirerek dinin insanlığa faydalı kısmının
ön plana çıkmasına yardımcı olmuşlardır.Alman idealisti Hegel, Din Felsefesi Dersleri'nde,özetle,
şöyle der: "Hintli için doğaüstü güç her şeydir, insan hiçtir.Yunanlı için insan her şeydir, doğaüstü
güç pek az şeydir.Hıristiyanlıksa insanda gerçekleşen Tanrı
düşüncesiyle İnsan-Tanrı bireşimine girişmiştir.Buna akılcı bir biçim verilmesini
de felsefe gerçekleştirmektedir." Bilgiyi aramak ve sevmekten doğan felsefe, Batı'da ve Doğu'da, yüzyıllar
boyunca, Tanrı bilgisini aramak ve sevmek niteliğine bürünmüştür.Başlarda insanların ölüm ve yok
olup gitme korkularının avuntusu olan din, giderek, yoksulluklarının avuntusu olmuştur.
Görüldüğü gibi felsefe tarihsel süreçte inanç konusunun açıklığa kavuşmasında önemli
rol oynamıştır.Felsefe, insanların doğa karşısında duyduğu güçsüzlük duygusunu
temel alıp, insanların kendi kafalarında oluşturdukları birçok tanrı modeline şüpheyle
yaklaşıp, tanrı bilgisini yorumlayarak akılcı pek çok durum geliştirmiştir.
Bugünkü biçimlenmiş şekliyle din şüphe kavramını içermeyen, doğruluğu kesin olan
inançlardır.Şüphecilik felsefeyi, teolojilerin, dinlerin ve ideolojilerin sevimsizi haline getirmiştir.Felsefe
bu yönüyle dinden çok uzak gibi görünsede aslında, pekçok konu gibi, dinin temel kavramlarını da içermektedir.
"Felsefe bir çember ise HER ŞEYe ne ad verilir?"sorusuna bile cevabımız felsefe çemberinin içiyle alakalıdır.Kısacası
karşımıza çıkan ve bir anlam yüklenmiş HER ŞEY felsefenin çemberine içten teğet olan bir
çemberdir.
Esengül Liman 11\D
DİKENLİ YOL
Felsefe yola çıktığımızda
hep aynı adrese vardığımızda çıkmaz bir yol değildir.Hele hep çağrılmayı
bekleyen,çağrılsada bin bir nazıyla “Gelmez olsun.”
Dedirten bir misafire hiç benzemez.Sonunu tahmin ettiğiniz bir cümleler dizisi olmasada temelleri sımsıkı
birbiri içine geçmiş,bir parçasını çekip almanıza izin bile izin vermeyecek taş bir bina gibidir.Gözünüzün
değdiği yer renginize bürünür ama taşlar hep doğru dizilmelidir.
İşleyişinde kusur sezemediğiniz makineler gibi,kendi içerisinde uyumsuzluk
ve aykırılık bulunmayan düşünce sistemleri de çeşitli gruplar tarafından kendi görüşlerine
dayanak oluşturmak amacıyla kullanılırlar.Oysa felsefenin şüphe tohumlarıyla doğmuş
bir başak tek bir ürün vermez.Her ne kadar hayata dair farklı resimlerle yaşananları ve evreni anlamlandırmakta rehberde olsa son sözü kılıç keskinliğiyle karşısındakinin
boynuna dayamaz.Farklı çağlarda doğmuş felsefi görüşler geniş kesimlerce kabullenilmiş
olsa da değişmez doğrular olarak yazılıp bir kıyıya konulmaz.Onun içindir ki şüpheyi
amaç edinen sofistler de,varlığı kabul etmeyen nihilistler de bilginin kaynağını akla dayandıran
Platon’da felsefenin alanında yer alırken,doğrular ve yanlışlar diye gruplandırılmaz.
Düşünce temelli,tutarlı sonuçlara ulaştıkları,kabullenilmesi
güç görüşlere bile sistemli bir biçimde dile getirdikleri için dilin kullanımıyla insanlara ileten teoloji,din
ve ideolojiler görüşlerini felsefi metotla iletmeyi tercih ederler.Bunu yaparken çoğu kez kendi yapılarına
ters düşen şüpheyi geri plana iterken felsefenin yöntemini kullanmakta da uzak kalamazlar.Din ve inanışlarda
kurallar önceden belirlenmiştir.Tam bir inanca sahip olmak çoğu inanışta tümüyle kabullenme gerektirir.Şüphe
düşünceye ortam hazırlasa da bu tür bilimlere olan inancı zayıflatacağı için hoş görülmez.Açılmış
yaraları unutma meylindeki insana yarayı deşip,kanatan zalim bir düşman gibi görünen felsefe,şüphesinden
arındırılıp da sunulmaya çalışılır.Ancak felsefenin yolu bitmişliklere uğramadığı
gibi,sorusuz,sualsiz bir felsefenin varlığını düşünmek bile kendi içinde bir çelişkiyi taşıyor.Düşünceniz
olmadan düşünmek bir anlam ifade etmese gerek.
Düşünce sistemleri ve bilimlere kendi içlerindeki tutarsızlık ve uyuşmazlıkları
çözümlemekte yardımcı olacak kaynak düşünce ve eleştirel bakış olduğuna göre felsefi metot,düşünceyi
kanunlaştırmasa da konulara,doğrulara varan yolda,yanınızdan eksik etmeyeceğiniz vefalı
bir dost gibi yanınızda olacaktır.Siz yanınıza almak istemeseniz bile.
Şeyma Çoban 11\D
İNSAN DOĞASI
Hepimiz birer filozofuz aslında.Hem de çevremizi anlamaya başladığımız
andan itibaren.Nasıl olur öyle şey dediğiniz duyar gibiyim.Ve şu anda sorguladığınız
bu şeyin bile bir filozofluk örneği olduğunu belirtmek isterim.Yani sorgulayıcı tavrınız,söylediklerimden
şüphe duymanız sizin bu yönünüzü ortaya koyuyor.Peki ya küçük bir çocuk için içinde bunu söylemek doğru mu?Tabi
ki doğru.Mesela kendi çocukluğunuzu bir düşünün hiç mi sorular sormadınız annenize,babanıza?Tanrı
var mı?Varsa biz neden göremiyoruz?Ben nerden geldim?Buradan başka yerde de yaşam var mı?...İşte
bu sorulardan birçoğu hepimize tanıdık gelen ve bir yerlerden anımsadığımız birkaç
örnekten ibaret.
Peki ya doğuştan sahip olduğumuz bu özellikleri kısıtlamak doğru
mu?Elbetteki vereceğiniz cevap hayır olacak.Çünkü insanın doğasında
olan bu özellikleri kısıtlamak demek onu insan sıfatından uzaklaştırmak demektir.Ve bu tip insanlardan
oluşan bir toplumda kalkınmadan,ilerlemeden söz etmek mümkün değildir.Böyle bir toplum sadece başkaları
için çalışan,onların her isteklerini yerine getiren bir toplum haline gelmiştir..Şimdi toplumun kalkınmasıyla
sorgulamanın,şüphe duymanın ne alakası var diye düşünmeyin.Çünkü kalkınmak bilimle,bilimdeki
gelişmeler ile oluyorsa,bilimde şüphe ile olmaktadır.Mesela Einstein
karanlığı kabul etmiş olsaydı bugün ışık olur muydu?Ya da Newton atılan cisimlerin
yere düşüşünü sorgulamasaydı biz şu an yerçekimi kanunundan bahsedebilir miydik?
İşte bu sebeplerden dolayı her ne olursa olsun hayatta düşünmekten,Ne?
Neden? Niçin? Diye sormaktan asla vazgeçmeyin.Ve unutmayın ki siz bir insansınız.
Gonca Demirel 11\D 2208
Çıkış
Noktası
Ruh
bedende can bulduğu andan itibaren insanın doğasında olan merak duygusuyla bilinçsiz ve istemsiz ortaya
çıkmıştır felsefe. Çünkü yaşamak için akıl yürütme ve bilgi edinme bunun içinde felsefe yapmak
gerekmektedir. Materyal eksikliği, kavramsızlık(doğada var olanlara da yabancılık), bilgi eksikliği,
dogmatik düşünceler ilk filozofların düşüncelerini önceden sınırlıyormuş
gibi gözüksede bilinmeyen, keşfedilemeyenin fazlalığı, insanın içinde doğuştan var olan
merak duygusu birden çerçeveyi genişlermiş ve filozofların ufuklarını
açmıştır. Aristoteles(MÖ 384-322) “İlk Felsefe” adını verdiği eserine de “ Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler.” cümlesiyle başlayıp
felsefenin doğuştan ve içten geldiğini bir kez daha vurgulamıştır. Önceleri dogmatik bilgileri
kabul eden skolastik düşünce savunurları felsefeyi reddetseler de bu içsel duygu nedeniyle ister istemez kendilerini
felsefenin içine girmiş buldular. İslam düşünürü Gazali felsefenin tutarsızlıkları üzerine yazdığı
kitabında savunduğu düşüncelerini kanıtlamak için yaptığı çürütmelerde ister istemez izlediği
felsefik temellendirmeler ve yol izlemeler ile felsefeye karşı çıkarken kendini o çağın filozofları
arasında bulmuştur.Gazali’nin de içinde bulunduğu bir kısım etrafında gördükleriyle sorularına cevap ararken bir kısım ise
her zaman “acaba?” sorusunu sorup ulaşamayacaklarını bildikleri en doğruyu aramışlardır.Çünkü
her bulduklarını sandıkları doğrunun hemen sonrasında daha doğrusunun olduğunu görmüşler
bu da onları sürekli bir arayış ve bitmek bilmeyen ,doğuştan gelen ve bir türlü doymak bilmeyen merak
ve şüphe duygusuyla kaplamıştır. MÖ V. yüzyılda Yunan dünyasında ortaya çıkan septizim
akımı ile de kavramlaştırma,mutlak doğrulara oturtma yerini sürekli bir arayışa ,eleştiriye
bırakmıştır.Mutlak doğrular yerine sanılar baz
alınmış ve Protagoros’ın”İnsan her şeyin ölçüsüdür.”temellendirilmesine varılmıştır.Bunu
yaparken de felsefe diğer bilim dallarından kopmamış fakat onların kuklası da olmamıştır.Kendi
içinde sürekli gelişmiş,alanını genişletmiş,bilgileri,yorumları biriktirip yeni bakış
açıları oluşturmuş bu sayede yeni yollar açıp yol gösterici durumuna gelmiştir.Sorduğu
acaba?ne ile?nasıl? sorularıyla değişik düşünceleri bünyesinde bulundurup Platon,Farabi,Hegel,Descartes,Kant,Hume
gibi düşünürler sayesinde rasyonalizm,empirizm,kritisizm,pozitivizm gibi akımların oluşmasını
sağlayıp birçok bilimin temelini oluşturmuştur.Tabii bunu yaparken bir yandan da kabul edilenleri reddetmiş,gözle
görülenin var olmadığını söylemiş,bazen de gerçeği sadece zihinsel olarak kabul etmiştir.Her
doğrunun içindeki yanlışları ve her yanlış içindeki doğruları bulması ise çok
bilmiş,meraklı ve yaramaz bir çocuk misali insanları zorlamış,felsefeyi akıllarda sevimsiz bir
çocuk haline getirmiştir.Çünkü pozitif bilimlerin temeli olan varlık ya da dinsel inanışlardaki mutlakıyet
ile hemen hemen her zaman çelişmiş,akıllardaki soru işaretlerini tam olarak kaldırmadığı,kaldıramadığı
için bu bilimlerde felsefe temellendirmesi her şeyi allak bullak ediyormuş gibi gözükmesini sağlamıştır.Fakat
Kant’ın da dediği gibi”Kavramlar deneyden gelen malzeme olmaksızın boş,deneyden gelen
ham madde ise kavramlar olmaksızın kördürler.”Bu açıdan bakıldığında felsefeyi kavramlar
karmaşası olarak gören her şeyin varoluş nedeni,çıkış noktası yine felsefe olmuştur.Onun
sayesinde mutlak doğrularını bulmuşlar,sistemlerini oluşturmuşlardır. Zıt kutuplar olarak görünen felsefe ve dogmatik bilgiler
aslında bütün zıt kutuplar bünyesinde bulunduran felsefenin bir parçası olmuştur.Geçmişte,bugünde
ve gelecekte sorulan her soru,hayatın her alanındaki soru işaretleri,elimizdekini geliştirme isteği,bunun
için bilinmeyeni bulma,arama felsefeyle ikinci kez kesiştirmiş ve aslında bilimlerin felsefe denilen çıkışı
olmayan labirentin sadece birer odası olduğunu göstermiştir.O sadece çıkış noktası olmadığı
gibi her şeyi içinde bulundurarak bütünleştirici,temellendirici de olmuştur.Bunu farkettikten sonra önemli
olan gerektiğinde o kapalı odadan çıkıp gerekeni,merak edileni,daha doğruyu bulmak ve görmek için
diğer odalara da bakmak cesaretidir.Tabii bunu yaparken ana iskeleti de unutmamak gerekir.
Ayşegül İsmailoğlu 11\D
FELSEFE
ASLINDA…
Felsefenin yaşı insan yaşıyla birdir. İnsanlık tarihi felsefe tarihidir. Çünkü insan
var olduğundan bu yana
kendine, evrene, doğaya, ürettiklerine, değerlerine ilişkin sorular sormuştur.(felsefe bu özelliği ile insanın kendisine seçeceği yolu belirlemede etkili olmuştur.)felsefenin işlevi de budur; soru sormaktır.
Çünkü var olan şeylerin gerçekten
var olduğunu sorgulamadan(kanıtlamadan)kabul
etmez. Felsefenin özü merak, mayası şüphedir. Evren, insan, akıl, varlık yani kısacası hayatı dogmatik olarak benimseyen, akıl
değil inanç penceresinden
bakan insana soru sorarak amaca ulaşma yolunu açmıştır. Felsefe tarihinde de bunun birçok örneği ile karşılaşırız.
M.Ö 4. ve 5. y.y.’da yaşamış olan sofistler
bunun en güzel örneklerinden biridir. Onlar gözle gördükleri, düşündükleri şeylerin, yaşadığı evrenin
gerçekten var olup olmadığını bilemediklerini belirtirler. Ünlü sofistlerden Gorgias;’’varlık yoktur, olsaydı da
bilemezdik, bilseydik de başkalarına iletemezdik’’ diyerek varlığı bile şüphe temelinde sorgulamıştır. Ayrıca Sokrates’te şöyle der;’’En iyi bildiğim şey hiçbir şey bilmediğimdir’’.Bunlar bize
gösteriyor ki; felsefe yüzeysel bir amaç değildir. O her şeyin en derininde
sakladığı özü bulmak
için yürünen bir yoldur.
Felsefe yaşamdır. Bilimde, siyasette, varlıkta, ahlakta, dinlerde
kısacası insanı ilgilendiren her şeyde kaçınılmaz bir biçimde karşımıza çıkar. Çünkü bu insan olmamızın gereğidir ki; hayatımızla ilgili sorular sorar,
düşünür ve cevaplar
ararız. Felsefe her ne kadar dinler, teolojiler tarafından sevimsiz görülse de; bunlar her zaman felsefeden yararlanmayı
bilmişlerdir. Felsefe
dogmatik olmayışıyla dinlerle çatışır. Felsefe hiçbir şeye körü körüne inanmaz; düşündüğü, gördüğü şeylerin sağlam temellere oturması için sorular sorar, cevaplar arar.
Örneğin; metafizik’’acaba
evrenin bir başlangıcı
ve sonu var mıdır? Evren nereden gelip nereye gitmektedir? Her şeyin dünyaya bir geliş amacı var mıdır?’’gibi soruları sorarken, din bu soruları sormaz; inançları
doğrultusunda kabul
gören düşünceyi olduğu gibi benimser, sorgulamadan. Bunun
yanı sıra; din, felsefeden vazgeçemez. Çünkü felsefe dine mantıklı açıklamalar getirir. Örneğin; ahlak felsefesiyle neredeyse
bütün din sistemleri örtüşür. Ahlak ve din için önemli olan değerlerdir. Bunun içindir ki; ahlak felsefesinde kötü ya da yanlış kabul edilen yalan söylemek, adam öldürmek, zina yapmak bütün din sistemlerince de aynı
tepkiyi doğurmaktadır.
Felsefe aynı zamanda bilimle de iç içedir. Bilimin
dogmatikliğine karşı bir yoldur felsefe bilimin
karşısında.
Çünkü bilim; varlığın neden olduğunu, nasıl var olduğunu araştırmaz.
O, gördüğü şeyleri, varlığı olduğu gibi kabul eder, kabul edilen şeylerin üstüne araştırma yapar. Aynı zamanda
bilimsel gerçekler insanlar tarafından sorgulanmadan kabul edilir. Bu da bilimin başka bir dogmatik tarafıdır. Ama felsefe açısından
olması gereken, onun gerçekten sorgulanarak kabul edilmesidir. İşte felsefenin farkı burada ortaya çıkar.
Sonuç olarak; felsefe aslında şudur; Sokrates
kendisini bir at sineğine benzetir. At sineği; nasıl atı rahatsız ederek onun doğası gereği dörtnala koşmasını sağlıyorsa;
felsefe de bir at sineği görevi yaparak, insanın özüne dönmesini, sorgulamasını, öğrendikten, temellendirdikten sonra kabul
edilişin
gerçekleşmesini ister. Ve felsefe; sürekli ilerleyen ve hayat devam ettikçe ilerleyecek olan ve sürekli gelişen bir bilgi
birikimi olmaya devam edecektir.
Ozer Celik 11\D 2271
FELSEFE VE SÜPHE
Felsefeyi resmileştirmek
isteyenler, felsefeyi resmi bir araç olarak görmek isteyenler, felsefenin asıl amacının sistemi bir bütün,
temellendirilmiş bir düşünce ya da kavramların anlamlarından çok, şüphe duymak olduğunu unutmamalıdırlar.
Yani felsefeye at gözlüğüyle bakmak onun şüphe duymak amacını yok saymak, felsefeyi yok etmek demektir. Oysa felsefe bütün özellikleriyle bir bütündür.
Felsefenin şüpheyle
temellendiğini ve şüpheden doğan bir merak olduğunu unutmamalıyız.Zaten bu yönüyle teolojinin
, dinlerin, ideolojilerin canını sıkmıştır. Bunlar felsefeden yararlanmak istemiş; ancak
kendilerinde barındırdıkları kavramların dogmatik olmasından
dolayı, şüpheyi reddetmiş, kavramları eleştirel düşünceden uzak tutmaya çalışmışlardır.Ancak
yine de felsefenin kavramlaştırıcı, temellendirici ve sistemleştirici tavrından yararlanmaya
çalışmışlardır.
Felsefeyi dinlerden,
ideolojiden ayıran temel fark şüpheciliğidir. Felsefe şüphe duyduğu oranda , şüphe duydukça
yeni kavramlar ortaya çıkar.Felsefenin şüpheciliğine karşı çıkmak, onu yok saymakla eş
değerdir.Nasıl ki kavramların dogmatikliğine akılla karar verebiliyorsak, yine akılla şüphe
duyarız. Aklın gerçekleştirdiği bir olayı onaylayıp,doğru diyorsak, yine kaynağı
akıl olan başka bir olaya nasıl karşı çıkabiliriz.
Farabi her iki
olaya da olumlu yaklaşmış ve felsefeyi dogmatikliğe düşmeden, birleştirebilmiştir.
Anlatılmak
istenen şu ki;felsefeyi felsefe yapan şüphe kavramından ayıramayız. Felsefeyi teorik olarak değil,
düşünce olarak ele almalı, dogmatikliğin katı duvarlarını yıkmalıyız.Unutmamalıyız
ki; şüphe felsefede temeldir ve bir bina temeli sağlam olmadıkça, temeline inanılmadıkça çöker...
Merve Yenice 11\D
ŞÜPHE
Felsefe araştırdığı konuya şüphecilikle yaklaşır.Çünkü bu
yaklaşımın ilk sorusu yöneldiği kavramın olup olmadığıdır.Bu soru felsefenin
temelinde yatan septisizm anlayışının benimsettiği tek gerçektir belki de…Devamında da
objenin doğruluğu ve gerçekliğinin olup olmadığı sorusunu getirir.
Felsefeden bir meşrulaştırma aracı olarak yararlanmak
isteyenlerce felsefenin ana fikirleri unutuluyor maalesef.Felsefi düşüncenin din,bilim ve sanatla çok yakından ilişkisi
olmasına rağmen bu kavramlar felsefeyle birebir özdeşleştirilemiyor.Din septisizmi kabul etmiyor ki felsefeyle
meşrulaştırılsın,felsefede bilginin doğruluğuna dair kesin bir hüküm yok ki bilimin sınırları
felsefeyle belirlensin…
Sanat,onu yaratan ve izleyenlerin felsefesinde soyut olarak mevcut
kavramları,değerleri,prensipleri somut bir ürüne dönüştürüyorsa felsefenin değerlendirilmesini mümkün
kılar.İşte burada felsefenin sanat üzerindeki kavramlaştırıcı
ve sistemleştirici tavrından mümkün mertebe bahsedilebilir.Fakat sanat anlayışı birbirinden farklı
olan milyonlarca insanın kafasındaki sanat felsefesi için genel bir
yorum yapılamaz.
Sanat çoğu insan için büyük önem taşıyan,derin
kişisel ilgi uyandıran bir fenomendir;bütün medeniyetlerde mevcut olmuş,insanın her adımında
ona eşlik etmiştir.Fakat değişerek…Protagoras’ın dediği gibi ‘insan her şeyin
öncüsüdür’ ve her insan farklı renkte idelere sahiptir.
Dini kavramlar fiilden varolan duyguları,insanların fiilen
hissettikleri bir şeyleri isimlendirmektedir.Peki bu duyguların realitedeki karşılığı nedir?Felsefe
bu konuyu irdeleyebilir fakat din felsefenin cevaplarının ne kadarını kabul edebilir?
Sanattaki estetik anlayışı ya da dini kavramlar üzerine
felsefe yapılabilir fakat ne sanat anlayışı felsefenin kavramlaştırıcılığını
kabul eder ne de din septisizmi…
Nalan Uncu 11\D 2237
YOLDA OLMAK
Araba sürerken bazılarımızın amacı hemen gitmek istediğimiz
yere ulaşmaktır.Bazılarımız ise sadece sürmekten ya da arabayla dolaşmaktan hoşlandığımız
için araba kullanırız.Böyle düşünen yani onlar için önemli olan şey araba kullanmaktan zevk almak olduğu
görüşünü savunan düşünürler için felsefenin alanı,anlamı düğerlerine göre çok farklı bir boyuttadır.Onlar
için felsefe yoldur.Yani önemli olan yolda olmaktır,bir yere varmak değildir.İşte gerçek düşünürler,önemli
olanın üzerine tartışılan,konuşulan,düşünülen yani felsefe yapılan konunun bir sonuca bağlanması
olduğunu düşünmezler,aksine eğer öyle bir düşüncenin olup olmayacağı yani felsefi konuların,felsefi
ya da bilimsel tartışmalarla doğru bir sonuca ulaşıp ulaşamayacağı üzerine ortaya
attıkları düşünceler de zaten felsefede kesin ve doğru bir sonuca ulaştırılamayacağını
savunmaktır.
Septisizm görüşünün savunucularından biri olan Parmendies de doğru bilgiye deneylerle ve gözlemlerle ulaşılamayacağı düşüncesindedir.Peki
bize göre doğru bilgi nedir?Doğru bilgi hiçbirimizin onun öne sürdüğü düşüncenin aksini iddia edemeyeceği,ispatlayamayacağı
kadar kesin olan ve o bilgiye diğer bilgilere ulaşmak için başvurabilecek
kadar güvenilir olan bilgidir.Ancak felsefede hiçbir zaman kesin sonuçlar elde
edemeyiz.Çünkü felsefi düşünürlerinin en önemli özelliği felsefeyi şüpheyle
ayrılmaz bir bütün olarak görmeleridir.Peki kuşkunun hakim olduğu
felsefede kesin bir sonuca ulaşmak mümkün müdür?Felsefi düşünürler için değildir.Çünkü ‘kesin’
diye ortaya atılan her bir şey başka bir filozof felsefi düşüncenin gereği olarak şüpheyle yaklaşır
ve böylece kesin olduğu iddia edilen bilginin aslında sadece bazı düşünürlere göre doğru kabul edildiği
ortaya çıkar.
Sofistlerin ünlü temsilcilerinden biri olan Protagoras,insanın
doğru bilgiye ulaşmak için yeterli olmadığını savunmaktadır.Pyron,Arkesilaos,Karneades
de doğru bilginin imkansızlığını savunurken,bir kısmı da doğru bilginin mümkün
olabileceğini savunmaktadır.
Pınar Uzman 11\D 2291
FELSEFENİN AMACI
Aristotelesin Metafizik adlı kitabının başında,bütün insanlar doğal olarak bilmek ister,cümlesi
vardır.Felsefe insanın bilme isteğinden doğan bilimlerin başinda gelir .Düşünerek sorularımıza
yanıt bulabilmek için kullandığımız bir yoldur.Doğa,evren,insan hakkında bilgiye ulaşma
çabasıdır.Fakat felsefi bilgiler herkes tarafından kabul edilir bilgiler olmadığından,yani felsefenin
öznelliğinden dolayı bizi her zaman somut verilere ulaştırmayabilir.
Ayrıca felsefede
verilen her cevabın ardından yeni bir soru ortaya çıkar.Mesela,varlığın ne olduğunu araştırırken,varlığın
nereden geldiği sorusundan sonra niçin var olduğumuz sorusu gelir akıllara.Bu
yüzden bir çok şey tam anlamıyla kavram olarak nitelendirilemez.Yani felsefede sınırlar koymak çok zordur.
Felsefede doğru bilgiye ulaşmak için birçok yol öne
sürülmüştür.Rasyonalistler akıl yoluyla,emprizmin öncüleri deney yoluyla doğru bilgiye ulaşılabileceğini
söylemişlerdir.Fakat septisizmin savunucuları ise doğru bilgiye ulaşılamayacağını,felsefenin
deneyi yapılamayan bir bilim olduğunu ve bu yüzden düşünce yoluyla bulduğumuz her cevabın bir acabası
olduğunu söylerler.
Bilim adamları şunu unutmamalıdırlar
ki,bilimi her şeye şüphecilikle yaklaşarak oluşturabilmişlerdir.Gözlem,deney,ölçme gibi olgu saptama
amacı güden işlemlerin yanında,zihinsel işlemleri yani hipotez oluşturma ve kavramlaştırma
amacı güden işlemleri de kullanmışlardır.Ve bunları
felsefenin temellendirme , sistemleştirme gibi özellikleri sayesinde yapabilmişlerdir.
Tüm bilimler oluşturulurken felsefe kullanılmıştır,başlarda
bilimleri oluşturabilmek için,daha sonra bilimleri geliştirmek için felsefenin kavramlaştırıcı
tavrından yararlanılmıştır.Fakat felsefenin asıl yurdunun şüphe olduğu unutulmuştur.
|